Konforlu Hayatlar
Eski zamanda Kral’ın birisine Arabistan’dan iki tane doğan hediye edilir. Bunlar kralın şimdiye dek gördüğü en güzel kuş türü olan ala doğanlardır. Kral, bu değerli kuşları eğitmesi için onları doğancı başıya verir. Aylar ayları kovalar ve bir gün doğancıbaşı Kral’ın huzuruna gelip, doğanlardan bir tanesinin mükemmel bir şekilde çok yükseklerde süzülerek uçtuğunu, fakat diğerinin geldiği günden beri tünediği daldan kımıldamadığını söyler. Bunun üzerine kral, ülkenin her yerinden şifacılar ve büyücüler getirtip doğanı iyileştirmelerini emre der ama hiçbiri doğanı iyileştiremez. Kral daha sonra bu görevi saray çalışanlarına verir, fakat ertesi gün baktığında doğanda hala bir değişiklik yoktur. Bildiği her yolu deneyen kral en sonunda “Belki de bu problemin kaynağını anlayabilmesi için dağlık bölgeleri tanıyan birine ihtiyacım var” diye düşünür ve saray çalışanlarına emreder. “Gidin ve bana bir çiftçi bulun!” Ertesi sabah doğan’ı göklerde uçarken gören kral şaşkına döner ve emrindekilere seslenerek “Bu mucizeyi yapan kişiyi getirin bana” diye buyurur. Görevliler hemen gidip çiftçiyi bulup getirirler. Kral sorar, “Ne yaptın da doğan uçmaya başladı?” Çiftçi boynunu büker ve şöyle cevap verir:” Çok basit yüce kralım. Sadece kuşun tünediği dalı kestim.”
Hepimiz uçmak için, bir insan olarak içimizdeki olağanüstü potansiyelin farkına varmak için yaratıldık. Fakat bunun yerine, dallarımıza tüneyip, bize tanıdık gelen şeylere tutunmayı tercih ediyoruz. Sınırsız olasılıklar mevcut ama birçoğumuz onların neler olduklarını keşfedemiyoruz bile. Tanıdık şeylerin, bize konforlu gelen alanın ve dünyevi meselelerin dışına çıkmadan yaşıyoruz. Bu nedenle çoğu zaman hayatlarımız heyecandan, tatminden yoksun bir hal alıyor. Kendimize ulaşmamız güçleşiyor, bilmediğimiz alanlar bize ürkütücü geliyor.
İnsan doğası gereği rahatı arar. Konforlu, bizi yormayacak, hayatımızı kolaylaştıracak her şeyin peşine düşeriz. Her zaman her şeyin bir kolayı olduğunu savunan kapitalist sistemin bize sunduğu sahte değerler uğruna hayatlarımızı heba ederiz.. Bulunduğumuz, kök saldığımız yerlerden zorunlu olmadıkça ayrılmayız. Kaybedeceğimiz şeyler için endişelenir, sahip olduklarımızı kaybetmemek uğruna ödünler veririz. Bedenimize layık gördüğümüz özeni, ruhumuza tanımayız. Her geçen gün biraz daha kaybettiğimiz hayatımızı eşyalarla doldurmaya çabalar, pahalı arabalar, lüks evler, son moda çantalar, telefonlar uğruna kim bilir hangi haksızlıklara, adaletsizlere göz yumarız.
Aslında bilmeliyiz ki, konfora her sarılışımız hayatımıza bir tehdittir. Bir çocuğun hakkının sömürülmesidir, bir babanın üzüntüsüdür, bir annenin çaresizliğidir, yok olan huzurumuzdur, uyutulan vicdanımızdır. Rahatımız bozulmasın diye tünediğimiz o ağaç dallarının gün gelip bizi her hecen gün biraz daha esirleştirmesidir. Ölümlü hayatlarımızın, ölümsüzlüğün peşinde koşarken anlamsızlaştırılmasıdır.
Bulunduğumuz alanları rahatlık uğruna terk edemiyorsak eğer durup düşünmekte fayda vardır. Konfor uğruna acaba nelerden vazgeçiyoruz? Neleri baş tacı ediyoruz? Kimleri öldürüyor, kimleri yaşatıyoruz? Acaba biz bu akışın neresindeyiz? Bir ağacın dalında mıyız? Yoksa gökyüzünde miyiz?
Ne dersiniz?
Günün Sözü: Konfor ruhun bataklığıdır/ Ali Şeriati.