Mevcut Ekonomik Düzende Kazanan Kim? Kaybeden Kim?
Doç.Dr.Zeliha Tekin
Akademisyen-Yazar
MEVCUT EKONOMİK DÜZENDE KAZANAN KİM? KAYBEDEN KİM?
Mevcut ekonomik düzende kimin kazanan kimin kaybeden olduğunu anlamanın basit bir yolu vardır. Şu dört sorunun cevabını bulmak:
1-Kim, neyin/nelerin sahibi?
2-Kim ne yapıyor ya da yapmıyor ve bunun sonucunda kimler neler alıyor? Kimler zenginleşiyor? Kimler fakirleşiyor?
3-Kimler aldıklarıyla neler yapıyor?
4-Mevcut sistem kime yarıyor? En büyük rantı kim elde ediyor?
Birinci soru mülkiyetin nasıl dağıldığı ve mülkiyet rejimindeki sosyal paylaşımlı adaletle ilgilidir. Üretim araçları nasıl dağıtılmış ve nasıl bölüşülmüştür. Maalesef ki günümüzde bir kesim asgari ücret ve emekli maaşı ile geçinirken bir kesim önümüzdeki ay hangi ülkede tatil yapacağını planlayarak lüks içinde yaşamaktadır.
İkinci soru, toplumsal iş bölümü ve gelir dağılımı ile ilgilidir. Burada önemli olan nokta toplumsal üretimde işleri yapanların uzmanlaşmış olup olmadığı (liyakata göre iş bölümü yapılması), toplumsal cinsiyet eşitliğine uyulup uyulmadığıdır. Emek verilerek ortaya çıkan ürünler toplumda ne şekilde bölüşülüyor ve nasıl kullanılıyor buna bakmak buna göre politikalar belirlemek gerekir.
Üçüncü soru, tüketim, yeniden üretim ve tasarrufla ilgilidir. Üreten kim, tüketen kim? Üreten birimin emeği sömürülüyor mu? Sömüren kim? İş veren, işçiye mal üretmesi için gerekli donanımı sağlar, işçi emeğini ve bu donanımı kullanır ve malı üretir. İşveren, mal ve hizmet satışından elde edilen paradan işçiye hayatını sürdürebilmesine yetecek kadar ücret verir ve kalan parayı kendine alır. Sağlıklı beslenip hayatta kalabilmemiz kısacası hayatın devamlılığı için iki sektöre ihtiyaç vardır: Tarım ve hayvancılık. Bu sektörler kritik öneme sahiptir. Fakat burada üretim yapan, emeğini ortaya koyan kesim (yani bizi hayatta tutan kesim) gelirden yeteri kadar pay almamaktadır. Bunun yerine bizim için aslında çok da hayati öneme sahip olmayan (örneğin futbol) yokluğu yaşamda eksiklik oluşturmayan kesim mensupları milyar dolarlar alarak gelirin büyük kısmına sahip olmaktadır. Nüfustaki gelir ve zenginlik dağılımı bağlamında geliştirilen Pareto İlkesi de tam olarak bunu açıklamaktadır. Pareto, İtalya’nın (sonraki gözlemlerde diğer ülkelerin) %80 zenginliğinin nüfusun %20’sine ait olduğunu gözlemlemiştir. Kısacası Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Raporunda da belirtildiği üzere, küresel gelir dağılımında büyük dengesizlik bulunmaktadır.
Dördüncü soru, sömüren ve sömürülen kesimi açıklamaktadır. Üretim politik ekonomi için mi yoksa sürdürülebilir kalkınma için mi yapılmaktadır? Bu sorunun da cevabını bulmak zor değildir. Nihayetinde üretim, insanın yaşam koşullarını tatmin edici hale getirmek amacıyla doğayı değiştirmek üzere uygulanan işgücü sürecidir. Tarım ve kalkınma konularında çalışan sosyal bilimci Profesör Henry Bernstein, dünya ekonomisindeki genel manzarayı çok güzel özetlemiştir: “Sermaye, karının ve birikimin peşinden giderken emeği sömürür; emekçi ise asgari geçimini sağlamak amacıyla sermaye için çalışmak zorundadır. Dünya nüfusunu yeterli ölçüde besleyebilecek yiyecek üretilirken, birçok insan sürekli ya da çoğu zaman açlık çekmektedir.”
Sözün özü, üretken olmayan istihdam, yenilik yaratma kapasitesi olmayan üretim, ekonomide durgunluğa ve dengesizliğe yol açan tekelci yapı, gelirin adaletsiz dağıtımı, gitgide artan üretken olmayan harcamalar ve nihayetinde har vurulup harman savrulan ülke kaynakları ekonominin köküne dolayısıyla da gelecek nesillerin hayallerine kibrit suyu dökmektedir.